Kutsalın Kaybı ve Mizaç Tiplerine Etkisi

0

2013.01.23 tarihli dersin notlarıdır.

Beden düzeyine indiğimizde bir bedene sahip oluruz. Fakat sınırlı olan her şey doğal olarak çeşitlidir. Mesela cinsiyette iki cinsiyet oluşur; bedensel olarak boy uzunluğu, göz rengi gibi çeşitlilikler. Yani sınırlılık düzeyinde çokluk meydana geliyor. Bu çeşitlilik çokluğun bir doğasıdır. Bundan dolayı insan ne kıskanmalı, ne gıpta etmeli, ne de mukayese etmeli. Çünkü bunlar bizim asli yapımız değil. Bir suyun farklı kaplara konulup dondurulduğunda farklı şekiller alması gibi. O şekiller suyun asli özelliği değildir. Su çözüldüğünde o şekillerin hepsi ortadan kalkar. Dolayısıyla sen niye karesin, ben niye üçgenim dememize gerek yok. Bunlar geçici var oluş halleridir. Bunu fark ettiğinde insan kendini onlarla gereksiz bir şekilde tanımlamaz ve mukayese etmez.

Bizim psikolojik düzeydeki varlığımızın 9 farklı çeşidi var. Kimimiz fiziksel merkezi, kimimiz duygusal merkezi, kimimiz de zihinsel merkezi daha güçlü kullanan bir yapıya sahibiz. Bunların her biri hayata diğerinden daha farklı bir açıdan bakıyor. Farklı ilgileri, kaygıları, korkuları, sorunları ve arayışları var.

Fiziksel merkezin temel ilgisi; ( bunları anlatmamızın sebebi, hiçbirisi bizim asli kimliğimiz değildir fakat bunlar bize kullanmamız için verilen birer alet gibiler. Ama bunlar şu anda bizi büyük oranda işgal etmişler. Mesela duygusal merkezli bir insan kendini tümüyle duygusal bir varlık olarak algılar) direnç ve çevreyi kontrol etme üzerine kuruludur. Temel arayışı bağımsız olmaktır. Bunu sağlayamadığında ortaya çıkan şey ise öfkedir. Biz ruhsal düzeydeyken Bir’dik. Dünya düzeyine indiğimizde ayrı ayrı hale geldik. Zahiren, görünürde ayrı kişiler, ayrı kimlikler, ayrı bedenlere sahibiz. Burada fiziksel merkez olumsuz etkilere direnmemizi ve çevreyi kontrol etmemizi söylüyor. “Eğer bunu yapmazsan rahatsız olursun. Sürekli bağımsız ol. Bunu yapamazsan öfke ile karşılık ver” diyor.

Fiziksel merkez içinde yer alan 1’lerin sınırları hem dış dünya ile hem de iç dünya ile ilişkilidir. Yani 1’ler hem dışarıya karşı bir sınır koymaya eğilimlidir hem de iç dünyalarında yanlış, kötü, olumsuz gördükleri duygu ve düşüncelere karşı koymak eğilimindedir. Bu yüzden 1’lerde büyük gerilim oluşur. Mesela yanlış bir duygu ve düşünce dürtüsüne karşı hemen şöyle der: sen böyle düşünmemelisin. Sürekli bir kontrol vardır. Biraz tembellik yapmak istese hemen içinden bir dürtü gelir ve der ki, hayır sen tembel olamazsın. Sen sorumluluk sahibi bir insansın, işini yapacaksın. Bir de dışarıya karşı bir sınır koyma eğilimi vardır. Dışarıya karşı sınır koyarak kendisini çevrenin kötülüklerinden korumaya çalışır. Bu da fiziksel merkezde çok büyük bir çabanın oluşmasına neden olur. Bu yüzden fizik merkez içindeki en gerilimli tipler 1’lerdir.

8’ler; temel olarak dışarıya karşı direnç gösterirler. Kendi içlerine karşı dirençleri sınırlıdır. Dışarıda tehlike, olumsuzluk, zarar verici bir odak olduğunda bütün algıları had safhaya ulaşır. Tehlikeye karşı en hassas ve hızlı tepki üreten bunlardır. 8 kendi alanını genişletmeye ve bütün çevreyi kontrol etmeye eğilimlidir. Dışa yayılırlar. Dışta olanı kendi içlerine almaya gayret ederler.  Ya bendensin ya da karşımdasın derler, o yüzden de en güçlü öfke 8’lerde oluşur. Çevrelerini kontrol etmek için fazla enerji sarf ederler ve hiçbir şeyin onlara yaklaşıp zarar vermesine müsaade etmemeye çalışırlar. Kendinde zaaf ve bağımlılık hissettiğinde bunlardan kaçınır. Kendini aciz ve zayıf hissederse o içindeki zayıflığa karşı direnç gösterir. Bazı 8’ler böyle durumlarda kendine zarar verir. Sen nasıl bu kadar zayıf ve aciz oldun? Güçlü değilsen yaşama daha iyi!  Tüm hayatlarında hiç kimse bana zarar veremeyecek diyip ona göre gardını alır ve ona göre bir duvar örer.

9’lar; her iki alanda da problem yaşarlar. Kendi içinde bir kaygı, gerginlik durumunda kendini hissizleştirir. Kavga etmez. Kendini duyarsızlaştırır. Onu unutarak, yok sayarak, onu dondurarak bir direnç oluşturur. Dışarıda gördüğü bir probleme karşı da uzak durarak tepki verir. Kendini bu sayede bağımsız kılmaya çalışır. Huzurlarını tehdit edecek ne varsa ona gözünü kapatırlar. Mesela ağaçlar tam 9 gibi bir duruş sergilerler. Kış gelince al yapraklarım senin olsun der ve kendi gövdesine, köklerine çekilir.  Ne hissettiklerine dair belirsizlikleri, kaygıları vardır. Çok büyük sevgi yaşadıklarında kendini kaybedecek ve bağımlı olacak veyahut kızgınlık ve nefret duyduğunda da gerilim yaşayacak.

Duygu merkezinin temel sorusu şudur: Sen kimsin? Sen âlemle nasıl bir iletişime sahipsin? Duygu merkezlilerin kimlikle ilgili sorunları vardır. Bu kimliğin oluşmasında ve devamında ya kendilerine ya da muhataplarına karşı sevgi ve nefret oluşur.

2’ler sevilmediklerinde, kendilerine ilgi gösterilmediğinde kendilerini yok sayarlar. 2 kendi kimliğini ilişkileri üzerinden tanımlar. Başkasının dünyasında ne kadar varsa o kadar var olduğunu hisseder. Bu kimlik doğal olarak kendisine bir ayna ister. Yani âlemde kendi kimliğinin geri bildirimine ihtiyaç duyar. O yüzden duygu merkezi muhataplarının kendisini görmesine, onaylamasına, takdir etmesine bağımlıdır. Eğer kendi kimliği ile ilgili bir olumsuzluk hissi varsa kendinden utanır. 2’ler muhataplarını kabul ederek, onların kimliklerini onaylayarak, onlara ilgi ve enerjisini vererek bu kimliğini edinmeye çalışır. Muhataplarına ben seni tanıyorum sen de beni tanı ve varlığımın farkında ol derler. Kimliklerinin odağı başkalarıdır. Kimlikleri ile ilgili ne kadar pozitif geri bildirim varsa o kadar mutlu olurlar.

4’ler; hislerinin yoğunluğuna, özgünlüğüne, derinliğine ve yaşadıkları hikâyelere dayanan bir kimliğe sahiptirler. Bir noktada farklı olmaya, kimseye benzememeye odaklanırlar. Kendi kimliklerini ürettikten sonra muhataplarına sunar. 2’ler kendilerine bir kimlik üretmeden kendilerini ifade etmeye çalışırlar muhataplarına. Bu önemli bir ayrımdır. 4’ler ben kendimi muhataplarıma sunacağım ama ne olarak sunacağım? Bir şey olarak sunmalıyım. Burada bir kimlik üretme durumu söz konusu olur. Bunu yaparken de daha derin duygulara sahip olma, daha derinlikli bir anlayışa sahip olma, daha özel hikâyeler yaşama ile bir kimlik inşa etmeye çalışır. Hatta bazı 4’ler kendi içinde değişik duygu durumlarını yaratarak bunları büyüterek, derinleştirerek onları kendince nitelikli ve güçlü hale getirmeye çalışır. Tabi sağlıksız durumlarında yaşadıkları acılar üzerinden bu kez o kimliği etrafa sunarlar. Mesela bazıları çok büyük acılar yaşadıklarını, kimseye benzemediklerini, hassas olduklarını ifade ederler. Bu yüzden acıdan kaçan, acıyı küçümseyen insanlardan da kaçarlar.

3’ler; dikkat ve enerjilerini başkalarının olumlu tepki ve onaylarına yönlendirirler. Temel referansları başarmaktır. Sen kimsin? Denildiğinde ben şunu yapan,  şunu başarmış kişiyim der. Kendini bir olgu, bir iş, bir diploma, bir kariyerle tanımlayarak kimliklendirir. Nasıl olmalıyım ki fark edilmeliyim der. Fakat bunu çok pratik olarak ve işlevsellik üzerinden planlarlar.

Zihin merkezinde ise 5,6 ve 7’ler yer alır. Temelde bilme ile ilgilenir. Tam bilmeyince strateji ve kabullerle yol olmaya çalışır. Stratejiler üretir ve onlar üzerinden kendine bir güvenlik alanı oluşturmaya çalışır. Derinde yaşadığı şey güven ve güvensizlik ikilemidir. Endişe içinde olmak, ne olacağını bilmemek, geleceği kontrol edememek endişe kaynağı olur zihin merkezi için. Zihin bunun üstesinden zihinle gelemez. Neyi arar? Tabi ki güvenlik ve emniyet arar. Bir problem olmasın, acı çekmeyeyim, bir aksilik olmasın. Yani bu yoldan gidersem yolun sonu çıkmaz sokak olmamalı. Altta yatan hisleri de korkudur. Zihin merkezi korku odaklıdır. Dolayısıyla bu mizaçlar zihinlerini yatıştıramayan yapılardır. Ancak çok mutlu, çok rahat olduğu sınırlı zamanlarda zihnini yatıştırabilir. Yatıştıramadığımız zihnimiz bir sorundur. Çünkü sessiz zihin aslında bizim derin bir şekilde tecrübe etmemiz gereken şeydir. Bunun için denir ki gerçek uyanış zihin rüyasından uyanıştır. Çünkü bizi bu sınırlı âlemin rüyasında tutan en güçlü şey zihnimizdir.

5’ler; mümkün oldukça hayattan çekilerek ve kişisel ihtiyaçlarını azaltarak bu endişeyi minimuma indirmeye çalışırlar. Derler ki, ben hayatı kontrol edemiyorum o zaman kontrol edebileceğim bir alan oluşturayım, orası benim için asıl dünya olsun. Bu nedenle 5’ler bir şey hakkında tamamen bilgi sahibi olmadıkları müddetçe o işe atılmazlar. Onlar için soru işareti varsa kaygı ve endişe de vardır.

7’ler; hayatı manipüle etmeye çalışır. Hiçbir şeyden korkmuyormuş gibi gözükür. Dış dünyayı daha geniş bir şekilde görürler ve hemen zor-kolay, sıkıntı verici-keyif verici ayrımını yaparlar. Buna göre ayırarak kolay olana, keyif veren alana yönelirler. Öbür alanı yok sayarlar. Pratik olarak çözebilirse çözer, çözemiyorsa bir kenara koyar keyif veren alanla meşgul olurlar. Bu 7’lerin korku, endişe ve yetersizlikle baş etme biçimidir. Kendi iç dünyasında acı, korku, çaresizlik, yetersizlik hissettiği anda içte de ondan kaçar. Kendini kendi içindeki olumsuzluktan izole etmeye çalışır. Bununla baş edebilmek için dışa, eyleme yönelirler. O yüzden çok hareketlidirler. Sürekli hareket içinde olarak, sürekli keyif ve tat alarak hayattan, onlara yetişebilecek, onlara dokunabilecek olan acıdan kaçarlar. Acı ve endişeleri su yüzüne çıkar ve onunla baş edemezlerse çökerler.

6’lar; dikkat ve enerjilerini hem içe hem dışa yöneltir. Hem içinde bir sürü düşünce, kaygı, endişe, problem ve gerilimler vardır, hem de dışta kontrol etmesi gereken, halletmesi gereken, manipüle etmesi gereken olaylar ve insanlar vardır. O yüzden çoğu defa kendilerini özellikle zihinsel olarak yorgun hissederler. Buna bağlantılı olarak da kendilerini çok zayıf hissetmeye eğilimlidirler. Çünkü iki cephede birden mücadele ediyor. Hem dışarıya karşı ne yapacağıyla hem de kendi içinde hissettiği acziyet, yetersizlik, beceriksizlik, kaygı ve korkuyla meşgul bir zihin vardır. Bazen kendi içinden kaçarak, dışa yönelip saldırganlaşabilir. Aslında bu korku odaklı bir saldırganlıktır. Kendi içindeki kaygılardan bıkar ve bu defa etrafını suçlu bulup onlara bazen sözlü bazen de fiziksel olarak saldırıda bulunabilir. Bu 8 saldırganlığı gibi değil de muhataplarını uzaklaştırmaya yönelik bir saldırganlıktır. Yok etmeye dayalı bir saldırganlık değildir. Daha çok nevrotik bir öfkedir. Kendi içindeki zayıflık ve endişeler büyüdüğünde dışarıya bir atraksiyonda bulunur, bu hareketinin sonucunda bir problem yaşadığında da kendi içine çekilmek zorunda kalır. Pin pon topu gibi bir dışarıya bir içeriye doğru gidiş gelişler yaşar.

Dünyaya geldiğimizden bir süre sonra kutsal bilgeliği kaybediyoruz. Kutsal bilgeliğin kaybı bizi benlik takıntılarına düşürüyor. Benlik takıntıları ise her mizaç tipinde kendine göredir. 1’in benlik takıntısı öfke ve hoşnutsuzluk, 2’nin kibir ve gurur, 3’ün yalan ve hile, 4’ün gıpta ve tatminsizlik, 5’in kendi imkân ve kabiliyetlerini sırf kendine saklayarak cimrilik tuzağına düşmek, 6’nın korku ve kaygı, 7’nin doymak bilmez deneyimcilik ve haz arayışı, 8’in saldırganlık ve tahakküm, 9’un tembellik, atalet duygusudur.

Birler için konuşacak olursak, kutsal mükemmellik şuurunu kaybettiğimizde yani aslında her şeyin kendine göre bir mükemmelliği ve bir süreci olduğunu idrak ettiğimizde hiçbir şeyi yeterli görmeme ve memnuniyetsiz olma tuzağından kurtuluruz.  Mesela birçok at çeşidi var. Eğer at olarak sadece İngiliz atlarını mükemmel görürsek midilli türü ya da bir başka at cinsini beğenemeyiz. Onlara karşı hoşnutsuzluk duyarız. Veya hamile bir kadın dokuz ay sonra doğum yapabilir gerçeğini görmezden gelip ondan üç ay sonra doğurmasını istersek o süreci bilmiyoruz demektir.

Bu anlamda 1’lerin düştüğü temel hata kendilerince her şeye bir mükemmellik ölçütü belirlemek ve bu ölçütü talep etmektir. Bunun yanında onun sürecine karşı farkındalığın olmamasıdır. Bunlardan dolayı memnuniyetsizdir ve bu da öfke şeklinde tezahür eder. Bu kutsal mükemmellik idrakinin ve fıtri süreç anlayışının kaybedilmesiyle ilgilidir.

2’ler, kutsal irade farkındalığını yitirmişlerdir, kırılıp küserler. Temel cümle şudur; hiç istediğim şeyler olmadı. Yani hayat benim irademe göre yürümedi. Kutsal irade aslında bizim irademizden farklı değildir. Fakat hangi irademiz? Tabi ki egonun iradesi değil ruhun iradesinden farklı değildir. Ruhun idrakine vardığımızda Tanrının dilediğinden başka bir şey dilemeyeceğiz. Ama egonun iradesi içinde olduğumuzda Tanrının iradesi ile benim ego iradem mutlaka çatışacaktır. Ve ben bir noktadan sonra bazen insanlara, bazen hayata, bazen havaya küserim. Hiç istediğim şekilde olmadı derim. Oysaki her şey olması gerektiği gibi olmuştur. Geleneksel öğretilerde Tanrının iradesine kendi irademizi yakınlaştırma çabası içinde olmamız öğütlenir. Çünkü ego irademiz sınırlı bir kavrayışa sahiptir. Hatta kadim bilgelikte şöyle bir söz vardır: Tanrı iyi ki bizim bütün dualarımızı kabul etmez, etseydi her şey karmakarışık olurdu. Tanrı altı milyar insanın iradesini referans alıp bu âlemi yönetse nasıl olurdu?

Kutsal umudun kaybı 3’lerde hırsa ve bireysel üstünlük duygusuna sebep olur.

4’ler kutsal kökenin idrakini yitirdiklerinde kimlik bunalımı ve terk edilmişlik hissi yaşarlar. Tanrı insanı terk etmez ama insan kendini terk edilmiş hisseder.

5’ler için kutsal bilgeliğin ve birliğin farkındalığının kaybı kendini izole ederek koruma hatasına götürür. Kimseden etkilenmemeyi düşünür.

6’lar kutsal dayanıklılığı ve kutsal emniyeti kaybetmişlerdir. Bunu kaybettiğinde korkaklık ve güvensizlik yaşar. Aslında zannettikleri kadar dayanıksız değildirler.

7’ler ilahi kutsal planın farkındalığını yitirmişlerdir. Âlem bir takdir ile işler. Bunun farkındalığını yitirdiğinde sürekli bir planlama gereği duyar. Dünyayı şekillendireceğini sanır. Bunu yaparken de kendisine uygun ve arzularına hizmet eder şekilde planlayacaktır. 1’ler gibi sistematik bir şekilde planlamazlar. İlahi planın idrakinin kaybı ego planlarına ihtiyaç hissettirir.

8’ler, bizzat varlığın kendi özünü kaybetmişlerdir. O yüzden de varlık olarak bedenini algılar. Bedenleri konusunda en güçlü koruyuculuğa sahip tiplerdir. Bir veliye soruyorlar; ölümden korkuyor musunuz? Diyor ki, ben daha doğmadım ki… Varlığın bizzat kendisi bedenimiz değildir.

9’lar, kutsal aşkı kaybetmişlerdir. Bunu kaybı da onları âleme karşı kayıtsız hale getirmiştir. Hepsi bir düşüncesiyle yaklaşırlar her şeye. Ne kendini ne çevresini tam bir dikkatle ve özenle gözetir. Her şey bir hayal gibi, gerçek değilmiş gibi gözükür.

Share.

About Author

Leave A Reply