Her çocuk için doğumdan itibaren ilk merak edilen şey genel sağlığı ise ikinci merak edilen şey de cinsiyetidir. Çünkü onlara vereceğimiz bakım için bu iki unsur çok önemlidir. Ama en az bunun kadar önemli bir diğer unsur çocuğun mizaç yapısıdır. Eğer çocuğun mizaç yapısını doğru tespit edip anlayabilirsek onun gelişmesi için en uygun olan tutum ve davranışları sergilememiz de kolay olacaktır.
Çocuğun cinsiyetini bilmeden onu doğru bir şekilde yetiştirmek mümkün olmadığı gibi onun mizaç ve kişilik yapısını bilmeden de ona uygun terbiyeyi vermek mümkün değildir.
Yapılan tüm bilimsel gözlem ve araştırmalar çocukların neredeyse doğumdan itibaren gözlemlenebilen farklılıklarına dikkat çekmiştir. Bazı çocuklar; korku nedir bilmezken bazıları her yeni durumu korku ve kaygıyla karşılama eğilimindedirler. Bazı çocuklar, gördükleri ve akıllarına gelen her şeyi denemeye eğilimliyken bazıları da yeniliklere daha mesafeli olup bildikleri ve alıştıkları şeyleri devam ettirme eğilimindedirler. Yine bazı çocuklar zorlu şeylerle karşılaştıklarında bütün enerjilerini ve imkânlarını kullanarak zorun üstesinden gelmeye eğilimliyken bazıları ise zorlu şeyler karşısında kendini geri çekmeye ve daha kolay olana yönelmeye eğilimlidirler.
Her birimiz “insan” olmak açısından aynı olduğumuzu “olayları, olguları, sözleri ve tavırları” aynı şekilde anladığımızı ve değerlendirdiğimizi zannederiz. Hâlbuki her birimizin “anlayış tarzı, beklentileri, arayışları ve öncelikleri” farklı farklıdır.
Bu farkı fark edemediğimizde; her birimiz zorunlu olarak muhatabımızı “kendimize ve kendi algı tarzımıza göre” tanımlar ve yorumlarız. Biyolojik olarak hepimizin aynı yapıda olmamız psikolojik olarak da aynı olduğumuz zannını oluşturur. Bu zan ise bizi yanlış anlamalara-anlaşılmalara götürür.
Hiçbirimiz diğerimizden üstün değiliz; ancak farklıyız. Muhatabımızı kendimize benzetmeye çalıştığımızda veya bizim gibi olmasını istediğimizde bu, onun farklılığını görmezden geldiğimiz veya göremediğimiz anlamına gelir. Üstelik onu kendimize göre değerlendirdiğimizde hem yanlış bir karşılaştırma yapmış oluruz hem de ona haksızlık etmiş oluruz. Nasıl ki:
Bir tavşana “göre” kaplumbağa tembeldir.
Bir kediye “göre” yarasa kaçıngan ve soğuktur.
Bir kartala “göre” tavuk uçma özürlüdür.
Kılıçbalığına “göre” balina çok şişmandır.
Bir arslana “göre” filin burnu sarkıktır.
Bir pandaya “göre” maymun çok hareketli ve gürültücüdür.
Kısacası; her bir yapıyı, bir diğer yapı ile mukayese etmeden ve genelleme hatasına düşmeden onu kendi yapısına, şartlarına, imkân ve kabiliyetlerine göre değerlendirmek ve anlamak gerekir.
İşte nasıl ki çocuğun cinsiyetini tespit edip gelişmesi yönünde uygun şekilde davranış, tutum ve yönlendirmede bulunuyorsak aynı şekilde çocuğun mizaç-kişilik yapısını da tespit edip bu yapının kişilik özellikleri anlamında olumlu yönde gelişmesi için gerekli olan davranış, tutum ve yönlendirmelerde bulunmamız büyük önem taşımaktadır.
Örneğin; bazı çocuklar dışa dönük, kendini korumaya ve gerekirse tepki vermeye çok eğilimli olup istemediği bir şeyi yapmamaya, kendini korumak için güç kullanmaya ve çabuk öfkelenmeye eğilimli bir yapıda doğar. Bu çocuklar kavgacı-öfkeli-çatışmacı-başına buyruk olarak doğmaz ancak bunlara biraz daha meyilli olarak doğar.
İşte bir anne-baba veya eğitici bu çocuğun mizaç yapısını bilmeli ve bu mizacın olumlu yönde bir kişilik görünümü kazanması için doğru şekilde davranmalı ve eğitmelidir. Onu sürekli kontrol etmeye çalışmadan, yaptığı şeyin onun için zararlı olabileceğini düşündürerek onu sakındırmak, zorla hiçbir şey yaptırmamak, fiziksel güç kadar düşünce gücünün de farkına vardırmak, saldırgan-kavgacı arkadaşlardan ve görsel materyallerden (oyun, film v.s.) uzak tutmak, öfke ve sertlik göstermemek gereklidir. Ebeveynler seven, şefkatli, bilge ve müsamahalı bir otorite olmakla bu mizaçtaki bir çocuk için en uygun tutumu sergilemiş olacaktır.
Ancak anne-baba bu mizaç yapısındaki çocuğun her zaman söz dinleyen, sessiz-sakin-ağırbaşlı, herkesle uyumlu bir çocuk olabileceğini düşünmemelidir. Onun cesur ama kavgacı olmayan, kendini koruyan ama şiddet yanlısı olmayan, bir ölçüde istekleri konusunda sabredebilen ama çok da sabırlı olamayan ancak bunun yanı sıra atak, insiyatif alabilen, hakkını savunan, haksızlığa uğrayanı-zayıfı koruyan bir kişilik yapısında olabileceğini düşünmelidir.
ŞUNU HER ZAMAN HATIRDA TUTMALIYIZ: Hiçbir mizaç- kişilik yapısının bir diğerine genel bir üstünlüğü yoktur. Bir diğer ifadeyle daha iyi veya daha kötü bir mizaç- kişilik yoktur. Ancak farklılık vardır. Nasıl ki bir elma çekirdeğinden, portakal olmasını beklemiyorsak; çocuğumuzun taşımış olduğu mizaç yapısından da onun için imkânsız olanı beklememeliyiz.
Her anne-babaya düşen şey; o mizaç yapısının imkân ve potansiyellerini tespit edip anlayarak çocuğun olumlu gelişimi yönünde tutum ve davranış sergilemektir.
Bir tavuktan bir kartal gibi uçmasını bekleyemeyiz, aynı zamanda bir kartalın da bir tavuk gibi her gün yumurtlamasını beklemeyiz. Dolayısıyla kartal ile tavuğu mukayese etmeyiz. Yine bir kaplumbağadan tavşanın çeviklik ve hareketliliğini bekleyemeyiz, ancak kaplumbağanın da tavşana oranla daha temkinli, dayanıklı ve kararlı olduğunu biliriz.
Kısacası; size verilen bir elma çekirdeğinden bir portakal elde edemezsiniz. Ama o elma çekirdeğinden; sağlıklı, gelişkin, olgun bir elma mı yoksa kurtlu, çürük, ham bir elma mı olacağı siz anne-babaların tutumuna ve çevresel şartlara bağlıdır.
İşte bu yüzden bize hediye edilen her bir çocuğumuzun öncelikle yapısını yani mizaç özelliklerini anlamaya çalışmalıyız. Bu nedenle ebeveyn-çocuk ilişkisini değerlendirdiğimizde açıkça şunu görüyoruz: bilinçli ve bilgili bir farkındalık olmadığı sürece ebeveyn-çocuk ilişkisi problemli olacaktır.
Örneğin; bazı yetişkinlerin ebeveynlik tarzı, istediklerinin hemen ve itiraz edilmeden yapılmasını isteyen, iletişimde kısa ve net bir tutum sergileyen, sert-otoriter bir görünümdedir. Buna karşın bazı çocukların mizaç yapıları da çok duygusal, kırılgan, kolay incinen, sertlik ve öfkeye karşı çok hassas bir nitelik taşır. Bu iki farklı mizaçtaki baba ve çocuk ilişkisinin “doğal sonucu” şudur; babanın gözüyle “çabuk küsen ve kırılan, aşırı duygusal, söz dinlemeyen zayıf bir çocuk”; çocuğun gözüyle ise “kendisini anlamaya çalışmayan, dinlemeyen, duygusuz, sert, her şeye çabucak öfkelenen bir baba”.
Aslında “ilişkilerimize” dikkatle baktığımızda şunu apaçık görürüz. “Hepimiz kendi mizacımızın mahkûmu, bazen de mağduruyuz. Aynı zamanda muhataplarımızın mizacı da bizi mağdur eder”. Ancak şu unutulmamalıdır ki; bu mağdur olma ve mağdur etmelerin hiçbiri “şuurlu ve bilerek” değildir.
İşte bu nedenle eğer ebeveynler çocuklarına faydalı olmak ve bilmeden de olsa zarar vermek istemiyorlarsa kendi mizaçlarının farkında olmalı ve kendi mizaçlarının çocuklarının mizacına ve beklentilerine uyup uymadığını düşünmelidir.
Dolayısıyla ebeveynler çocuklarını yetiştirmeden önce kendilerini yetiştirmelidirler.
“Anne-baba her bir çiçeğin kendi renginde ve kokusunda açıp gelişmesi için gerekli bakımı yapan bahçıvan gibidir. O çiçek hangi renkte ise o şekilde açacaktır. Onun rengini değiştirmeye çalışmak, onun rengini beğenmemek veya onu istediğimiz renge boyamaya çalışmak yanlış olacaktır.”
Üç tür ebeveynlik vardır;
Biyolojik ebeveynlik; bir çocuğun biyolojik oluşumu için gerekli olan bedensel yeterlilik ile ilgilidir.
Psikolojik ebeveynlik; kendinin ve çocuğunun mizaç ve kişilik yapısının farkında olarak çocuğunun zihinsel-duygusal ve davranışsal düzeyde gelişmesi ve yetkinleşmesi için gerekli olan tutumu gösterebilme yeterliliğini ifade eder.
Ruhsal ebeveynlik ise; manevi (ruhsal) açıdan bilgeliğe, hakikate, sonsuz sevgi ve şefkate ermiş olarak çocuğunun imkân ve kabiliyeti nispetinde bu ruhsallığı yansıtabilme yeterliliğidir.
Dolayısıyla ANNE – BABA OLMAK için biyolojik olarak sağlıklı anne-baba olma yeterliliğinin yanı sıra en azından psikolojik olarak ta sağlıklı anne-baba olma yeterliliği gerekmektedir.
Sağlıklı bir kişilik ve karakter eğitimi, söz konusu çocuğun mizaç yapısının çok iyi bilinmesine bağlıdır. Anne-babalar çocuklarının kendilerinden farklı bir yapıda olabileceklerini bilmeli ve bu farklılığı dikkate alarak çocuklarına en uygun tarzda davranmalıdır. Bu farklılığı anlayan anne-babalar; çocuklarını daha doğru ve objektif bir açıdan bakıp değerlendirerek çocuklarından beklentilerini de doğru bir çizgiye çekeceklerdir.
Bununla birlikte ebeveynlerinde çocuktan alacağı çok şey vardır. Kendimize zaman zaman şunu sormalıyız.
‘Çocuklar kadar affedici miyim?’
‘Hataları çocuklar kadar çabuk unutabiliyor muyum?’
‘Hayata çocuklar kadar esnek ve iyimser bakabiliyor muyum?’
Yazıyı bir çocuğun mektubu ile tamamlamak istiyorum.
BİR ÇOCUKTAN MEKTUP!
Sevgili annem ve babam;
Bana sahip olduğunuzu sandıkça hata yapıyorsunuz. Benim sadece ben olduğumu kabul edin. Saçım, gözüm, kaşım size benzeyebilir ama benim sizden farklı bir kişiliğim ve eğilimlerim var. Beni dilediğiniz gibi şekillendirebileceğinizi ve ya tamamen size ait olduğumu düşündükçe yanılıyorsunuz. Ben size bunun tam aksini ispat ettikçe de hayal kırıklığına uğruyorsunuz. Lütfen beni anlayın.
Beni kendi ufkunuza değil, benim yapımın ihtiyaç duyduğu ufka doğru kanatlandırın. Beni sevin ama kontrol etmek için değil. Beni uyarın ama öfkeyle değil. Hatta gerektiğinde beni cezalandırın ancak cezalandırırken bile gözlerinizde sevgiyi görebileyim.
Söylediğiniz bir şeyi yapmadığımda bunu neden yapmadığıma-yapamadığıma bakıp beni anlamaya çalışın. Mizacımın öncelikli ihtiyaçlarını bilerek onları vermek konusunda gayret edin. Ve size zor gelen (üzen, rahatsız eden, öfkelendiren) yönlerimi beni yargılamadan ve başkalarıyla kıyaslamadan söyleyin. Değişmem konusunda bana sabırlı bir şekilde yardım edin!